ABD kapısında “meşruiyet” dilenmek
A. Engin Yılmaz
New York’taki Concordia Zirvesi’nde ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın yaptığı açıklamalar, Erdoğan iktidarının Amerikan emperyalizmine ne kadar bağımlı hale geldiğinin açık ilanı oldu.
Bu açıklamalar, boyun eğmek zorunda kalmış bir iktidarın Trump karşısındaki çaresizliğinin vardığı boyutu da ifşa etti. Artık hiçbir söz cambazlığı tek adam rejiminin dış dünyada nasıl algılandığını gizlemeye yetmiyor. Erdoğan, içeride halk desteğini kaybettikçe baskıya, zora ve türlü kirli oyunlara sarılan, dışarıda ise iktidarını sürdürebilmek için emperyalist efendilerinin onayını arayan bir zavallı haline gelmiştir. Meşruiyetini Trump’tan dilenen Erdoğan, ABD tarafından yönlendirilen bir taşerondur. Bu tablo, sadece bir kişinin değil, tüm bir siyasi yapının da iflasını ortaya koymaktadır. Barrack’ın sözleri, Erdoğan’ın Trump yönetimine ne derece mecbur hale geldiğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Türkiye’nin ABD açısından temel sorunu artık F-35, S-400 ya da NATO değil, doğrudan Erdoğan’ın meşruiyetini yitirmesidir. Bu meşruiyet yitimi, Trump gibi faşist ve saldırgan bir figürün “onayıyla” yeniden kazanılmaya çalışılmaktadır. Barrack, Erdoğan’ın ihtiyacı olan şeyin “meşruiyet” olduğunu tüm açıklığı ile ifade ediyor ve Trump’ın ona bu “hediyeyi” sunacağını belirtiyor. Bu, bir destek değil, sadakat karşılığında verilen aşağılayıcı bir rüşvettir. Bu koşullu “meşruiyet”, tam bir teslimiyetin dayatılmasıdır.
Trump’ın Erdoğan’a dair “o seçim hilelerini iyi biliyor” şeklindeki sözleri ise açık bir pazarlık mesajı içeriyor. Bu, iki mafyalaşmış yönetici arasında yürüyen kirli bir işbirliğidir. Biri kendi ülkesinde baskı ve zorbalığı zirveye taşıyarak ve her türlü temel hak ve özgürlükleri çiğneyerek ayakta kalmak isterken, diğeri bu zaafları kullanarak kendi emperyal çıkarları için ona diz çöktürmektedir. Bu, emperyalizmin klasik yöntemidir ve bu yöntem, işbirlikçi rejimlerin içeride emekçi düşmanı politikalar yürütmesini teşvik etmek, dış politikada efendilerine itaat etmelerini dayatmak, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını emperyalist tekellere açmaları için onlara rüşvet vermek ve halkların iradesini zorbalıkla kırmayı amaçlayan zorbalıklarına destek verme yöntemidir.
Elbette işbirlikçi rejimler kendilerine sunulan “desteğin” karşılığını vermek zorundadırlar. Nitekim Bloomberg’in Türk yetkililere dayandırdığı haberine göre, bir “alışveriş listesi” ile ABD’ye giden Türk heyetinin gündeminde Lockheed Martin’den savaş uçakları, Boeing’den yolcu uçakları ve 50 milyar doları aşan sıvılaştırılmış doğal gaz alımları yer aldı. Barrack’ın dediğine F16 savaş uçaklarını üreten firmayı ayakta tutan, Erdoğan rejiminin büyük oranda savaş uçağı alımları yapmasıdır. Görüldüğü üzere emperyalist efendilerden meşruiyet satın almanın maliyeti oldukça yüksek. ABD’nin küstah yönetimi tarafından Erdoğan’a verilen mesaj nettir: “Sana meşruiyet veririz ama bizim belirlediğimiz rotadan sapmayacaksın.” Bu durumda Erdoğan, efendisinden rol bekleyen bir taşeron durumuna itilmiş oluyor.
Erdoğan’ın içerde ve dışarda yitirdiği meşruiyeti ve yaşadığı zayıflığı kendi lehine kullanan Trump, AKP şefinin açmazlarını pazarlık konusu haline getiriyor. Trump yönetimi Erdoğan’a “Senin halkının ezici çoğunluğu seni istemiyor ama ben seni meşru ilan edersem iktidarını sürdürebilirsin. Karşılığında bana itaat edeceksin” talimatını herkesin gözü önünde veriyor. Bu, emperyalistlerin meşruiyetini yitirmiş, şiddet ve zorbalıkla ayakta kalmaya çalışan rejimlere kendilerine biat etme şartıyla can simidi sunmasıdır. Elbette ki geçici bir süre için…
ABD Başkanı Trump, Erdoğan’ın zayıflığını bir avantaja çeviriyor. Onun meşruiyet açığını, kendi küresel çıkarları için pazarlık konusu yapıyor. Dolaysıyla da Trump’ın Erdoğan’a sunduğu “meşruiyet” bir lütuf değil, kölelik çağrısıdır. Bu çağrıya boyun eğmek, yalnızca kişisel iktidarı korumak için değil, emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmek için de yapılmış bir tercihtir. Erdoğan, kaybettiği meşruiyeti, Trump’ın kapasında aramakta ve karşılığında uşaklık sunmaktadır. Bu utanç verici tablo yalnızca Erdoğan’ın aşağılanmasını değil, ABD’nin “müttefikleri” ile kurduğu ilişkilerde kullandığı kirli yöntemleri de gözler önüne sermektedir. Bu zirvedeki kepazelikler, Erdoğan’a yönelik aşağılayıcı yaklaşımlarla sınırlı kalmadı. Suriye’deki cihatçı çete lideri Ebu Muhammed el-Colani’ye biçilen rol de kepazeliğin Beyaz Saray’a hakim hale geldiğini gösterdi. Barrack’ın sözleriyle Trump, El-Kaide bağlantılı Ebu Muhammed el-Colani ile “beş dakikada” görüşme kararı alıyor ve onu Nelson Mandela ile kıyaslayarak aklamaya çalışıyor. Bu kıyaslama sadece tarihsel bir rezalet değil, aynı zamanda emperyalizmin ne kadar ahlaksız bir sistem olduğunu da gösteriyor. Mandela, ırkçı Apartheid yönetimine karşı mücadele eden bir ilericiydi. Colani ise emperyalist/siyonist güçlerin bölgeyi dizayn etmek için palazlandırdığı, binlerce kişinin katledilmesinden sorumlu olan bir cihatçı çetebaşıdır. Bu ikisini aynı kefeye koymak, emperyalistlerdeki ahlaki çöküşün vardığı boyutu da gösteriyor. Kaldı ki, ABD Mandela’nın değil, ırkçı Apartheid rejiminin safında yer almıştı. Bu arada Colani’ye Tom Ford takım elbise giydirilmesi, onun vahşi bir katil olduğu gerçeğini değiştirmez. Bir cihatçı katili “makbul ortak” ilan etmek, emperyalizmin “terörle mücadele” söyleminin sahteliğini ortaya koyar. “Azılı teröristlerle teröre karşı mücadele” söylemi ise tam da Trump’a yakışan bir “icat.”
Bu kirli düzenin bir diğer parçası da Trump’ın sözünü ettiği 21 maddelik “barış planı”dır. Bu plan, soykırımı “meşru” görürken, Filistin halkının haklı taleplerini tümüyle yok saymakta, İsrail’in işgalini kalıcılaştırarak “istikrar” adı altında teslimiyet dayatmaktadır. Filistin’e sunulan sözde barış, direnişin sona erdirilmesi koşuluna bağlanmaktadır. Bu barış değil, teslimiyetin dayatılmasıdır. Bu, tıpkı Erdoğan’a sunulan “meşruiyet” gibi bir pazarlık nesnesidir. Halkların özgürlük mücadelelerini boğmak, işgali kalıcılaştırmak, işbirlikçiliği ödüllendirmek emperyalizmin temel politikasıdır.
Vurgulamak gerekiyor ki, sistemin Erdoğan gibi figüranları emperyalist küstahlık önünde diz çökerken, soykırıma karşı direnen Filistin halkı nezdinde ise Trump’ın ne rüşvetinin ne tehditlerinin bir hükmü var.
|