İçindekiler:

15 Ekim 2025
Sayı: KB 2025/13

Gazze Planı'nın gözde taşeronu
Trump'ın planının sponsoru AKP mi?
ABD kapısında "meşruiyet" dilenmek
Erdoğan'dan "Filistin'e destek" masalı
Erdoğan soykırımcı şirketleri ayakta tutuyor
İktidarın baskı stratejisinin yeni boyutu
Erdoğan'ın uçağında Saray'ın soytarıları
Ankara Gar Katliamı'ndan bugüne.
Sincan'da işçilerden Filistin mesajları
Ağaların post kavgası!
Yataş'ta yaşananlar ve ötesi!
Öncü işçiler öğrencilere nasıl davranmalı?
Yeni süreç ve Kürt sorunu
Toplumsal dönüşüm arayışı
Liman işçileri savaş için çalışmaz
Barbarlık, direnişin iradesini kıramadı!
Soykırımın üzerine inşa edilen "barış"
Trump-Netanyahu görüşmesi
Gazze'de suç ortaklığı
Söz ile eylem arasındaki sınav
Wuppertal'da anma
Sinan, Ulucanlar ve sınıf devrimciliği...
Yeni dönem ve gençlik mücadelesi.
OHAL genelgelerinden korkmuyoruz.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Trump-Netanyahu görüşmesi...

İki soykırımcının anlaşmasından “barış” çıkar mı?

E. Bahri

 

Gazze’deki soykırımın ikinci yılını tamamlamasına bir hafta kala, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile ABD Başkanı Donald Trump, “barış” konusunu görüşmek üzere bir araya geldi. Soykırımın başlıca sorumluları olan bu iki lider, Trump’ın başkanlık görevi başladığı ocak ayından bu yana dördüncü kez bir araya geliyor. Eğer ABD uluslararası yasalara saygı gösterseydi, Netanyahu’nun tutuklanması gerekirdi. Çünkü Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Netanyahu hakkında soykırım suçundan tutuklama kararı almıştı.

Ancak Trump, tabii ki Netanyahu’nun tutuklanması için bir emir vermedi. Herkes biliyor ki, ABD’nin desteği olmadan İsrail’in Gazze’deki soykırımını sürdürmesi mümkün olamazdı. Gazze’de yaşananlar, mevcut tüm uluslararası anlaşmaların ve Birleşmiş Milletler kararlarının hiçe sayılması anlamına geliyor. Trump ve Netanyahu’nun temsil ettiği emperyalist ve siyonist barbarlık, Ortadoğu’da tam egemenlik kurma amacıyla, hiçbir yasa ya da kural tanımadan, tüm savaş, yıkım ve ölüm gücünü kullanıyor. Ve ardından, bu iki baş fail soykırımın ortasında “barış” görüşmeleri yapıyor. Bu tür bir görüşmede, Filistin ve Ortadoğu halklarının için yeni felaketlerin planlanmadığına şüphe duymamak gerekiyor.

***

Netanyahu ile yaptıkları görüşmenin ardından açıklama yapan Trump, 21 Madde üzerinde anlaşmaya vardıklarını ilan etti. Hamas’ın planı kabul etmemesi durumunda, soykırım savaşını sürdürmesi için Netanyahu’ya istediği her desteği sağlayacağını söyleyen Trump Hamas şahsında Filistin halkına tehditler savurdu. Ancak bu sözlerde yeni bir şey yok. Zira hem önceki Başkan Joe Biden hem Trump, Tel Aviv’deki soykırımcı çeteye talep ettiği her desteği zaten sağlıyor. Ne de olsa Gazze’deki soykırım İsrail’in olduğu kadar ABD’nin de soykırımıdır. Buna rağmen Barışı sağlamaktan söz eden Trump bomba, açlık ve ölümle Filistin halkını tehdit ederek, teslim olmasını istiyor. Hayatta kalmalarına izin vereceğini söylerken, işgale karşı direnişi terk etmeleri, bir vatan olarak Filistin’i unutmaları, kendilerine tahsis edilecek üstü açık hapishanelere yerleşmeyi kabul etmeleri gerektiğini vaaz ediyor. Üstelik o hapishanelerde can güvenliği konusunda kimseye garanti vermiyor. Zira İsrail, uygun bulduğu anda anlaşmayı çöpe atar ve soykırıma kaldığı yerden devam etmek isteyebilir. Nitekim İsrail, 1982’de Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında vahşi katliam yaptırdığında da bir anlaşma imzalanmıştı. ABD-Fransa ikilisi “garantör devlet” olarak sivillerin korunacağı konusunda güvence vermişti. Şimdi ise, Trump Filistinlilere herhangi bir güvence vermiyor: “Direnişten vazgeçin, silah bırakın, teslim olun, işgale boyun eğin, üstü açık hapishanelerde hayatta kalmanıza izin verelim” diyor. 

***

Aralarında anlaşan soykırımcı Trump-Netanyahu ikilisi, barış mı istiyor? Böylelerinin adının barış kelimesiyle yan yana anılması bile abesle iştigaldir. Zira bunlar savaşla, yıkımla, katliamla var olabilen, kanla beslenen 21. Yüzyıl vampirleridir. Gerçekleştirilemez hedefler için kabul edilemez şartlar öne sürüyor, hedeflerine ulaşamayınca da savaş aygıtlarını harekete geçirerek sömürgeci küstahlığı halklara dayatıyorlar. Sadece Filistin’de değil, Lübnan, Suriye, Yemen ve başka ülkelerde de aynı yola başvurdular. Onlar için “barış”, silah zoruyla halkların sömürgeciliğe boyun eğdirilmesidir.  

Trump’ın sözünü ettiği 21 maddeyi içeren metin, soykırım çetesinin lideri Netanyahu ile suç ortakları tarafından hazırlanmış bir metindir. Körfez şeyhleri ve AKP-MHP rejimi tarafından desteklenen bu belge, aslında İsrail’in dayatmalarını içeriyor. Soykırım politikası, Filistin halkını aç-susuz bırakarak ulaşamadıkları hedeflere “anlaşma” adı altında ulaşmaya çalışıyor.

Trump-Netanyahu ikilisinin ilan ettiği bu kölelik fermanına AKP şefi Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Selman, Ürdün Kralı Abdullah, Katar emiri Tamim bin Hamad es-Sani, Birleşik Arap Emirlikleri emiri Muhammed bin Zayid gibi siyonizm yardakçıları anında alkış tuttu. Bu “uyum” elbette tesadüf değil. Çünkü tümünün ortak bir derdi var: Filistin’den başlayarak bölgede emperyalist/siyonist barbarlığa karşı direnenleri tasfiye etmek. Riyakarlıkta sınır tanımayan Tayyip Erdoğan dışta bırakılırsa, diğerleri sefil hedeflerini gizlemiyorlar. Erdoğan ise hem Filistin için timsah gözyaşları döküyor hem soykırımcılara hizmette kusur etmiyor. Bu yönüyle diğerlerinden daha riyakâr bir yerde duruyor. 

Bu iş birliği Filistin halkına şunu dayatıyor: “Soykırım durdurulacaksa, öncelikle Hamas başta olmak üzere direniş örgütleri silahlarını bırakmalı. Gazze’deki, aynı zamanda silah üretiminin yapıldığı tünellerin tahrip edilmesine destek vermelisiniz. İsrailli esirlerin tamamı serbest bırakılmalı. Belirli bölgelerde sıkışık ve kapalı bir yaşamı kabul edecek, Gazze’nin neredeyse yarısını Trump ile Amerikan gayrimenkul ve turizm şirketlerine terk edeceksiniz. Gazze’yi, başında Trump’ın bulunduğu ve Irak işgali sırasında Bush tarafından ‘Fino köpeği’ diye anılan eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in de yer aldığı bir ‘konsey’ yönetecek.”

Bu ve buna benzer küstahça dayatmalar içeren 21 maddeyi, yukarıda adı geçen “Arap/Müslüman” devletlerin katkılarıyla Filistinlilere kabul ettirmeyi hedefliyorlar. Filistin halkına, “baş cellatlarınız Trump-Netanyahu ikilisinin üzerine anlaştığı 21 maddeyi kabul edin aksi halde soykırım daha barbar bir şekilde devam edecek. Trump artık Netanyahu’ya sınırsız destek verecek” deniyor. 

***

Bu planın gündeme getirilmesinin bir başka nedeni İsrail’e hâkim olan Apartheid rejiminin dünya genelinde meşruluğunu yitirmemeye başlamasıdır. Bu haliyle soykırımı sürdürmeleri giderek zorlaşıyor. Tel Aviv’deki soykırımcı çeteyi savunmak ABD için bile artık eskisi kadar kolay değil. Sokağın tepkisi ile Yahudi lobisinin baskısı arasına sıkışan Trump, gidişatın değişmemesi durumunda gelecek yıl yapılacak ara seçimlerde hezimete uğrama ihtimalinin yükseldiğini görüyor. Emperyalist AB devletleri de giderek artan kitle gösterilerinin basıncını daha çok hissetmeye başladı. Öte yandan Gazze’yi işgal etmek için şu ana kadarki en barbar saldırısını başlatan İsrail savaş aygıtı, her gün kayıplar vermeye başladı. Bu gidişle Gazze’yi işgal etmek yıllar sürebilir. 

Bu anlaşma önerisi her ne kadar Filistin halkına karşı küstaha bir dayatma olsa da Trump’ın anlaşma önermesi, soykırımcıların hedeflerine ulaşamadıklarının kanıtıdır. Zira hedeflerine ulaşabilselerdi, anlaşma önermelerine gerek kalmazdı. Bu da ağır bedeller ve çok sınırlı imkanlarla yapılan kararlı direnişin, dünyanın en güçlü en barbar savaş makinelerinin karşısında bile ayakta durma başarısını gösteriyor.

***

Hamas’la diğer Filistinli direniş grupları, elbette soykırımın durdurulması için anlaşma yapmak istiyor. Nitekim daha önce gündeme getirilen anlaşma önerilerini kabul etmişlerdi. Anlaşmayı engelleyen Netanyahu ve başında bulunduğu çetedir. Ancak soykırımı bitirme çabası, teslimiyetin kabul edileceği anlamına gelmiyor. Cellatlar yeniden soykırım yapmak için fırsat kollarken silah bırakmanın ne anlama geleceğini kimse Filistin halkı ve direnişçi örgütlerinden daha iyi bilemez. 

Trump’la suç ortakları da silah bırakma/bıraktırma işinin netameli olduğunu biliyor. Lübnan’da denediler tutmadı. Savaşla başaramadıklarını, Lübnan ordusu ile Hizbullah’ı karşı karşıya getirerek, yani iç boğazlaşma yaratarak yapmayı denediler, ancak girişim fiyaskoyla sonuçlandı. Şimdi Gazze için benzer bir tuzak kurmayı deneyecekler. Arap ya da Müslüman diye anılan ülkelerden kolluk gücü oluşturmak ve bununla Filistin direnişini silahsızlandırmak istiyorlar. Bölgedeki gerici rejimler bu tuzağa düşer mi? Bu soruya kesin yanıt vermek kolay değil, ama en Amerikancı rejimin bile buna hevesli olma ihtimali düşüktür. Zira böyle bir misyon üstlenmek, Tel Aviv’deki soykırımcılardan görev devralmaktan başka bir anlam taşımaz. 

***

2 milyondan fazla Filistinlinin bombalar altında, aç-susuz, evsiz-barksız, en basit insani ihtiyaçlarını karşılama imkanından bile yoksun olduğu yerde bu barbarlığın acilen durdurulması gerekiyor. Filistin halkı ve direnişçileri de bunu istiyor. Ancak direnen halkların teslim olmayı, onursuz bir şekilde cellatları önünde diz çökmeyi kabul etmedikleri tarihsel deneyimlerle de sabittir. Gazzelilerin direnişi ise bunun en canlı kanıtıdır. 

İşgalin, ırkçı sömürgeciliğin olduğu yerde halkların direnmeleri sorgulanamaz bir haktır. Bu hakkın en meşru olduğu yer ise Gazze’dir. Buna rağmen “Arap/Müslüman” devletlerin, Gazze’de yaşayan Filistinlilere “soykırımın durmasını istiyorsanız silahlarınızı bırakıp teslim olun” demesi, bu halkı sırtından hançerlemekten başka bir anlam taşımaz. 

Trump-Netanyahu ikilisi ile “Arap/Müslüman” suç ortakları, “Gazze’de direnişi kırabilirsek Lübnan, Yemen ve Irak’taki direnişçi güçlerin de üstesinde geliriz” diye hesap yapıyorlar. Bu hesap tutarsa, emperyalist/siyonist caniler ile işbirlikçilerinin “yeni Ortadoğu” hayali de gerçekleşir diye var sayıyorlar. Bunun anlamı. Netanyahu-Colani modelinin halklara dayatılması olurdu. 

***

Vurgulamak gerekiyor ki, direniş hareketleri ile onları destekleyen halkların emperyalist/siyonist güçler önünde diz çökmek diye bir gündemleri bulunmuyor. Zulmün olduğu yerde direniş kaçınılmazdır. Nitekim ağır bedeller pahasına da olsa direniş seçeneğinin terk edilmeyeceği sık sık dile getiriliyor. Kaldı ki, cellatların kol gezdiği bir yerde direnişten uzak durmanın bedelleri daha ağır oluyor. 

Gazze ve Suriye’de yaşananlar şunu net bir şekilde gösterdi: Bölgeyi sömürgecilerle işbirlikçilerinden temizlemeden halkların rahat nefes alması mümkün değil. O halde hem direnişi büyütmek hem Gazze başta olmak üzere direnen halklarla enternasyonal dayanışmayı büyütmek günün en temel görevlerinden birini oluşturuyor.