19Kasım 2005 Sayı: 2005/45 (45)

  Kızıl Bayrak'tan
  Tırmanan kirli savaşa karşı Kürt halkıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Haklı ve meşru talepleri için direnen Kürt halkının yanındayız/BDSP
  Şemdinli protesto ve destek eylemlerinden
  Şemdinli ve devrimci görevler
  Asgari ücret gündemi ve yerel işçi kurultayları
Sefalet ücretine karşı çıkalım/ Kurultay Hazırlık Komiteleri
2006 Bütçesi; Sermayeye kaynak emekçiye sefalet!
  Türban kutuplaşması uşak kucaklaşması
  Kadına yönelik şiddet tartışması; Şiddeti besleyen kapitalizmin kendisidir!
  TC ve özel savaş / M. Can Yüce
  Boğaza değil Zap Suyu'na köprü
  Ekim Devrimi ve Parti etkinliklerinden...
  6 Kasım eylemlerinin ardından... Kendi gücüne güvenen hedefli bir kitle faaliyeti! / Orta sayfa
  6 Kasım eylemleri
  Parti etkinliğine gelen mesajlardan...
  İsviçre'de parti kuruluş yıldönümü etkinliği...
  Suriye'yi tecrit etme saldırısına Amerikan uşakları da katıldı
  Fransa'da isyan dinamikleri yerli yerinde duruyor
  Almanya'da koalisyon görüşmeleri tamamlandı; Her şey tekellere hizmet için!
  Almanya'dan başarılı bir işçi direnişi eylemi
  Felluce'nin napalm bombalarıyla yakıldığı kesinlik kazandı
  Sermaye devletinin "gizli" ama gerçek anayasası; İşte siyaset belgesi!
  Mamak İşçi Kültür Evi 4. mücadele yılında!
  Basından/ Şemdinli beceriksizliği!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kapitalist güç birliği “kadına yönelik şiddeti” tartıştı...

Şiddeti besleyen kapitalizmin kendisidir!

Kadın hakları savunucusu kesilen Hürriyet Gazetesi, kadın sorunu karşısında en az kendisi kadar çözücülükten uzak olan Birleşmiş Milletler'le birlikte 11-12 Kasım tarihinde aile ve şiddet konusunun işlendiği bir sempozyum örgütlediler. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı da elbette bu etkinliğin bir parçasıydı. Emperyalist kurumları temsilen BM, sermaye iktidarının bugünkü hükümetini temsilen Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı ve kapitalist toplumun süper gücü medyayı temsilen Hürriyet Gazetesi bir araya geldiler.

Kadın sorununun şiddetten ibaret olduğu izlenimini yaratmaya çalışan kapitalist odaklar, böylece bu sorunun alt başlıkları arasından kapitalist düzene en az dokunanını seçmiş olduklarını düşünüyorlar. Öyle ya, kadının çifte sömürüsüne ilişkin bir tartışma platformu oluşturmak, (onların deyimiyle, deneyim paylaşım alanı yaratmak) kapitalist sömürü düzeninin kendisini tartışmayı gerektirecekti. Örneğin ucuz işgücü olarak kadın ya da reklam sektöründe kadın bedeninin pazarlama aracı olarak metalaştırılması. Hürriyet Gazetesi bu başlıkta bir sempozyuma hangi deneyimleri sunabilirdi? Olsa olsa gazetesinin arka sayfasında uyduruk haberlerin üstüne iliştirdikleri çıplak kadın fotoğraflarının nedenini açıklayabilir ve nasıl bir etki yarattığını ifade edebilirdi.

Açık ki kadın sorununun şiddet dışında başka bazı alt başlıkları sözkonusu bileşen tarafından tartışılamaz. Aksi halde hem iğneyi, hem de çuvaldızı kendilerine batırmaları ya da kaba demagojilerle konuyu geçiştirmeleri gerekir. Kadınların birçok yaşamsal sorununda doğrudan payı olan kapitalizmin bu konuda kendini aklaması kaba demagojilerle mümkün olmadığına göre, geriye bir tek iğne ve çuvaldız kalıyor. Ama bunu kapitalist güç birliğinden beklemek de boşuna!

O zaman ne yapacaklar? Kendilerine en az dokunan konuyu seçecekler. Kadına, aileye şiddet! Ama acaba kadına ve aileye yönelik şiddetle kapitalizm arasında bağ kurmayı güçleştiren bir mesafe var mı? Toplumsal yaşamda çok yönlü şiddetin uygulayıcısı olan kapitalizm, ne zaman bu konudaki sorumluluklarından kurtuldu? Ellerine bulaşmış kanı ne zaman yıkadı? Peki, bizlerin kulağında hala yankılanan o acı çığlıkları, üstümüze üstümüze gelen ölü kokuları ne zaman giderdi? Uyguladığı şiddetin ürünü yaralar kapandı mı?

BM, bir sürü kanlı işgalin onaylayıcısı ve hatta bizzat uygulayıcısı... Dünyanın dört bir yanında onbinlerce kadına, yüzbinlerce aileye karşı şiddet uyguladı. BM toplantılarının üçte ikisinden çıkan kararlar ya emperyalist işgaller ya da dünya işçi ve emekçilerine ekonomik saldırı paketlerinden oluşuyor. BM, kadına yönelik şiddetin açık bir uygulayıcısı olarak ne demiş olabilir ki sempozyumda? Ya özeleştiri verecek ya da dobra dobra, “kadına şiddete son! Çünkü dünyanın dört bir yanındaki kadınlara, çocuklara ve hatta erkeklere ancak ve ancak ben şiddet uygulayabilirim” diyecek.

Şemdinli'de devletin kolluk güçlerince işlenen katliamların ardından, (ölenlerden biri çocuktu, 7 yaşında!) Uğur Kaymaz'ın bedenine sıkılan 13 kurşundan sonra, bu devletin bir bakanı, sermaye hükümetinin maşalarından biri kalkacak ve kadına ve aileye yönelen şiddeti ortadan kaldırmayı hedefleyen konuşmalar yapacak! Peki şiddetin esas uygulayıcısı, ona yasal dayanak kazandıran, fütursuzca uygulayan kapitalist düzeni ortadan kaldırmak gerektiğini söyleyebilecek mi? Yoksa bu düzenin ona biçtiği rol gereği, kürsüye çıkıp süslü püslü sözlerle, birkaç duygusal cümleyle ve en nihayetinde çeşitli iddia ve vaatlerle iyi bir burjuva politikacıya düşeni mi yapacak? Tabii ki ikincisi. Çıkacak ve diyecek ki, “ülkemizde kadına yönelik şiddeti biz çözeceğiz. Sivil toplum örgütleri, kadın dernekleri hep beraber görüşeceğiz!”

Medyaya gelince, o önce ardarda kışkırtılan linç girişimlerini meşrulaştırabilmek için kullandığı “saf duygusal milliyetçilik” tanımlamalarının, bildiri dağıtan devrimcileri, eylem yapan gençleri, “terörist” diye lanse edip hedef haline getirmenin hesabını versin. Medya tarafından körüklenen linç girişimleri, onlarca insana şiddet uygulanması sonucunu yarattı. Ama bugün şiddete sözde karşı cephe alan medya kuruluşu Hürriyet de, o gün buna alkış tutuyordu.

Kapitalist odakların ikiyüzlülüğü açıkça bilinen bir gerçektir. Kapitalizmin şiddeti körükleyen bir düzen olduğu ve dahası uygulayıcısı olduğu şiddetle beslendiği de aynı ölçüde bilince çıkmış olmalıdır. Zira yaşadığımız dönem kapitalist/emperyalist düzenin birçok kanlı katliamına, işgaline tanık olduk.

Bu durumda kadın sorununun bütünlüklü çözümü nasıl ki ancak sosyalist bir toplumla gerçekçi bir çözüme ulaşacaksa, şiddetin ortadan kalkması da ancak yeni değerler sistemine sahip bir toplumda mümkündür.

Onlar sempozyumlar örgütleyip, tartışadursunlar. Sempozyumda tartıştıkları esnada, dünyada yüzler açlıktan ölüyordu. Irak'ta birileri katlediliyor, gözaltına alınan insanlara işkence yapılıyordu. Yani 11-12 Kasım tarihleri arasında dünyanın dört bir yanında şiddet uygulanıyordu. Ancak bu tek başına kadınları hedef almış bir şiddet değil, aksine insanlığı hedef alan ve yaralayan bir şiddet gösterisiydi. Ve bu şiddetin sorumlusu emperyalist kapitalist dünya, yani sempozyum bileşenlerinin parçası olmaktan gurur duydukları, hatta açıkça temsilciliğini yaptıkları düzendi.

Bir kadın için düzen cephesinden uygulanan sistemli şiddet, kocasından yediği tokattan daha derin iz bırakıyor... Çünkü düzenin saldırılarının ardı arkası kesilmiyor. Şiddetin kaynağı bu düzense, açık ki şiddetin kökünü kurutmak için başvurulması gereken tek bir yol var! Bu düzeni yıkmak ve yenisini kurmak.

-----------------------------------------------------------------------------------------

Petrol-İş tutarlı ve gerçekçi olmalıdır...

“Tarihsel sorumluluklar” ve Türk-İş

Özelleştirme saldırısında büyük bir hızla sona yaklaşıyoruz. Temel önem taşıyan özelleştirmelerden bazıları sonuçlandırıldı, bazılarının da sonuçlandırılmasına sayılı günler kaldı. İhalesi yapılıp da henüz sonuçlandırılmayan özelleştirmelerden birisi de Tüpraş.

Tüpraş'ta örgütlü Petrol-İş Sendikası'nın Genişletilmiş Başkanlar Kurulu geçtiğimiz hafta sonunda Antalya'da toplandı. Başkanlar Kurulu Sonuç Bildirgesi'nde başka konular yanında Tüpraş'ın özelleştirilmesine karşı mücadele konusuna ve hükümetin 15 Aralık'tan sonra meclis gündemine getirmeyi planladığı “Sosyal Güvenlik Reformu”na karşı nelerin yapılması gerektiğine de değiniliyor.

Başkanlar Kurulu Sonuç Bildirgesi'ne bakıldığında daha önce Türk-İş'i özelleştirmelere karşı mücadele konusunda sık sık göreve çağırdığı bilinen Petrol-İş'in bu konudaki umudunu yitirdiği ve ısrarından vazgeçtiği görülüyor. Özelleştirmeye karşı mücadelenin bitmediği söylenirken en büyük umudun iptal kararı beklenen mahkemelere bağlandığı sonuç bildirgesinin şu satırlarında vurgulanıyor.

“Bugüne kadar yapılan tüm özelleştirmelerde yaşanan olumsuzluklar sendikamızın haklılığını her defasında kanıtlamaktadır. Ülkemizin en büyük sanayi kuruluşu olan Tüpraş'ın özel ellere devredilmesindeki tutumumuz da aynıdır. Şaibeli ve hileli yöntemlerle yapılan bu satış yargı aşamasındadır. Toplumumuzun ezici bir çoğunluğunun karşısında olduğu ve ikinci kez yapılan bu satışın yargı süreci devam ederken Tüpraş devredilemez.”

Huylu huyundan vazgeçmezmiş. Özelleştirmeler konusunda Türk-İş'ten umudu kestiği gözlenen Petrol-İş Başkanlar Kurulu bu sefer başka bir konuda Türk-İş'e çağrıda bulunuyor, görevlerini hatırlatıyor. Hükümetin 15 Aralık'tan itibaren gündeme getirmeyi planladığı sosyal güvenlik saldırısına ilişkin görüşlerin dile getirildiği paragrafta “Hükümetin ‘Sosyal Güvenlik Reformu' adı altında emekliliği hak ediş koşullarını iyice ağırlaştıran, bütün sağlık hizmetlerini paralı ve özel hale getirerek sağlık gibi bir alanda tüccarların türemesine yolaçacak girişimlere karşı emek örgütlerinin güç ve eylem birliği acilen gerçekleştirilmelidir. Bunun için de başta Türk-İş olmak üzere Emek Platformu'nun bütün bileşenleri daha önce yapılan itirazlar temelinde hızla ve etkin şekilde harekete geçmelidir” deniliyor.

Bu ifadelerde dile getirilen görüşler kendi başına ele alındığında göze batacak bir gariplik taşımıyor elbette. Fakat Türk-İş'e özelleştirmelere karşı mücadele görevlerini hatırlatmaktan vazgeçen Petrol-İş'in sermayenin başka bir saldırı politikasına karşı bunu yapması açık bir tutarsızlık örneği.

Çünkü ortada şöyle bir gerçek var. Özelleştirmeler ve “sosyal güvenlik reformu” başlığı altında uygulamaya sokulmak istenen politikalar aynı saldırı planının birbirini tamamlayan parçalarından başka bir şey değil. Amaç aynı, bundan fayda sağlayacak olan da, zarar görecek olan aynı. Doğal olarak buna karşı mücadele etmesi gerekenler de aynı.

15 Aralık'tan sonra gündeme gelecek “sosyal güvenlik reformu” saldırısını püskürtmenin yolu hem bugünden bu konuda hazırlık yapılmasına hem de daha acil bir görev olarak özelleştirmelere karşı etkili bir mücadele örgütlenmesine bağlıdır. Özelleştirmelere karşı alınan tavırlar, sosyal güvenlikle ilgili saldırılara karşı alınacak tavırların aynasıdır. Dolayısıyla sosyal güvenlik alanındaki saldırılara karşı çıkmaya niyetli olanın özelleştirmeleri seyretmesi düşünülemez. Bugün sonuçlanması için gün sayılan özelleştirmelere karşı kılını kıpırdatmayan konfederasyonlar ve Emek Platformu yarın “sosyal güvenlik reformu” gündeme geldiğinde de yerlerinden oynamayacaklardır. Bu apaçık ortada olan bir gerçektir. O halde Petrol-İş yönetimi neye dayanarak Türk-İş yönetimine çağrı çıkarmakta ve bu hainleri “sosyal güvenlik reformu”na karşı mücadeleyi örgütlemeye çağırmaktadır?

Petrol-İş yönetimi mücadele konusunda bir parça samimiyse bugüne kadar ne mal olduğunu döne döne ispatlayan Türk-İş ve EP yönetimini göreve çağırıp durmaktan, bunlar hakkında dayanaksız hayal ve beklentiler yaymaktan vazgeçmelidir. Dikkatini ve enerjisini mücadeleyi tabandan örgütleme işine yoğunlaştırmalıdır. Gerçekten samimiyse…

Ortada “tarihsel sorumluluklar” olduğu doğrudur. Ama bu “tarihsel sorumluluklar” ihanet çetelerinin değil işçi sınıfının mücadelesine inananların omuzlarındadır.