Sınıf hareketi uzun bir dönemin ardından yeni bir eylemlilik sürecine girmiş bulunuyor. Sermayenin yoğunlaşan saldırıları kitlelerde daha güçlü bir öfkeyi ve mücadele isteğini mayalıyor. Kriz ve emperyalist savaş cenderesine sıkışan işçi sınıfı ve emekçiler yeni umut ve istemlerle 9 Kasımda alanlara çıktılar. Sınıfın biriken öfke ve hoşnutsuzluğunun kendi inisiyatifleri dışında patlak vermesinden kaygılanan sendika bürokrasisi efendilerinin de ses çıkarmadığı eylem kararları aldı. 9 Kasım eylemi bu amaçla gerçekleştirildi. Etkin çalışmanın önemi Biz Ankara Öncü İşçi Platformu olarak, bu ihanetçi tutum karşısında sınıfın birleşik mücadelesini önüne koyan, sendika ağalarının işbirlikçi yüzünü teşhir eden ve saldırılar karşısında Genel grev genel direniş! şiarını yükselten bir hazırlık çalışmasını önümüze koyduk. Bu doğrultuda eyleme çağrı niteliğinde bir bildiri hazırladık. Bildirilerimiz belli işyerleri ve sanayi bölgelerinde dağıtıldı. Yanısıra tek tek sendikalara götürdük bildirilerimizi. Özellikle sendikaların belirsizlik içerisindeki tutumu eyleme bakışlarını ortaya koyuyordu. Mitinge bir hafta gibi bir süre kaldığı halde hiçbir sendika yöneticisinin miting hakkında fikri yoktu. Bizde bıraktıkları izlenim, eylemin oldu bittiye getirileceği yönündeydi ve bildirilerimiz tam da bu tutumu hedef alıyordu. Eylem öncesi hazırlıklarımızın yetersizliklerine rağmen, aldığımız tepkiler, gerek işyerlerindeki işçilerin olumlu tavrı, gerekse sendikacıların kaygılı bakışları, ön çalışmanın etkisini gösteriyordu. 9 Kasımın gösterdikleri Platform olarak yürüyüş koluna Birleşik Metal-İş sendikasıyla birlikte girdik. Hazırladığımız Emperyalist savaşa ve krizin faturasına karşı genel grev genel direniş! şiarlı pankartımızla sendikanın arkasında konumlandık. Bu sendika yönetimi ile önden konuşulmuştu. Fakat yürüyüş başladığında, aldığımız tutum ve haykırdığımız şiarlardan rahatsız olan bir grup sendika bürokratı, pankartımıza müdahale etmeye kalktı. Bu ara bir arbede yaşandı. Sendikalara çöreklenmiş EMEPli reformist yöneticiler, hava boşaltma eylemliliklerine denk düşen bir tutumla hareket ettiler. Birleşik Metal-İş sendikasının hiçbir şubesinin pankart açmama kararı olduğunu öne sürerek, saldırılarını meşrulaştırmaya çalıştılar. Bunun üzerine Genel grev genel direniş! öne çıkaran slogan ve dövizlerimizle yürüyüş kolunda yerimizi aldık. Alana kadar aynı coşku ve kararlılıkla sloganlarımızı haykırdık. Alanda Emperyalist savaşa ve krizin faturasına ve sendikal ihanete karşı! hazırladığımız ikinci bildiriyi dağıttık. Ses aracının önünde iki pankartımızı açarak (Emperyalist savaşa ve krizin faturasına karşı genel grev genel direniş! ve Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!) konumlanan kortejimiz aynı şiarları gür bir şekilde haykırdı. Özellikle Bayram Meralin konuşması sırasında haykırdığımız Kahrolsun sendika ağaları! ve 5 Eylül cephesi dağıtılsın! sloganları işçiler tarafından ilgiyle karşılandı. Belki kendileri yoğun bir şekilde katılmıyorlardı, fakat bize bu sloganların atılması yönünde destek veriyorlardı. Saldırılara karşı işçi-emekçi barikatlarına!.. 9 Kasım eylemi bir kez daha gösterdi ki, gelişen sınıf hareketi önemli olanaklar sunuyor. Sendika bürokrasisinin sahte eylem programlarına karşı sınıfın çıkış arayışını iyi değerlendirmek, buna uygun bir çalışma tarzı oturtmak, öncü işçilerin acil görevidir. Gelişen hareketliliğe müdahale edebilmek, sürekli ve etkili bir çalışma yürütmekten geçiyor. Bu noktada 9 Kasım eylemi somut bir deneyim olarak önümüzde duruyor. Tüm eksikliklerine rağmen aldığımız tutum ve duruşumuz alandaki işçiler için bir çıkışı ifade ediyor. Bu çıkışın geniş işçi ve emekçi yığınlar tarafından sahiplenilmesini sağlamak, sermayenin saldırılarını ve ihanet çetesini parçalamak için işçi ve emekçi barikatlarına yüklenelim! Ankara Öncü İşçi Platformu çalışanı
Çocuk Hakları Günü üzerine... Kapitalizmin vahşetinden çocuklara düşen pay tam bir yıkım 20 Kasım 1989da Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesini kabul etti ve bugün Çocuk Hakları Günü olarak kutlanmaya başlandı. BMnin kutladığı çok sayıda günden belki de en ikiyüzlü olanı çocuk hakları günüdür. Zira vahşi kapitalizmin saldırıları karşısında en savunmasız olan kesim çocuklardır. Emperyalizme bağımlı az gelişmiş toplumlarda sömürü, yoksulluk, sefalet, baskı, şiddet, manevi yozlaşma vb. sorunlar emekçilerin yakasını bırakmaz. Yetişkinlere göre haklarını koruma şansı daha az olan çocuklar cephesinde bu sorunlar daha ileri boyutta yaşanır. Savaş ve iç çatışmaların yaşandığı bölgelerde ise çocukların ödediği bedel korkunç boyutlara ulaşmaktadır. Irak, Filistin ve son olarak Afganistanda ölenlerin büyük çoğunluğu çocuktur. Bizzat BMnin Iraka uyguladığı ambargo sonucunda bir milyonu aşkın çocuk ölmüştür. İsrail siyonistlerinin ölüm kusan silahları her gün Filistinli çocukları katlediyor, sakat bırakıyor. Afganistana her gün yağan bomba ve füzeler şimdiye kadar yüzlerce çocuğun canını almış bulunuyor, vb. Bugün dünyada 540 milyon çocuk savaş ve yoksullukla boğuşuyor. Kara mayınlarından dolayı her ay 800 çocuk ölüyor ya da sakat kalıyor. Geçen on yılda çatışmalarda ölen çocuk sayısı ise iki milyondur. Ciddi şekilde sakat kalanların sayısı da 6 milyondur. Ve halen dünyada 300 bin çocuk çatışmalara katılıyor. Evini terketmek zorunda kalanların sayısı ise 15 milyon. Emekçilerin içine itildikleri yoksulluk ve çocuk emeğinin savunmasız olması, okul çağında bulunan yüz milyonlarca çocuğu çalışmaya mahkum etmektedir. Bunun sonucunda ilk öğretim çağında bulunan 135 milyon çocuk okuma yazma bilmemektedir. Sadece Türkiyede 6-18 yaşları arasında çalışanların sayısı 6 milyonu bulmaktadır. Bu rakam milyonlarca insanın işsizliğe mahkum edildiği bir ülkede çocuk emeği sömürüsünün hoyratlığı hakkında fikir vermektedir. Sömürünün ayrılmaz bir parçası olan baskı, şiddet ve işkenceden çocuklarda nasibini almaktadır. Sistemin bu şiddetine ek olarak halen feodal değerlerin varlığını sürdürdüğü aile ortamlarında ve kapitalizmin toplum psikolojisinde yarattığı tahribat sonucunda çocuklar aile içi şiddete de maruz kalmaktadır. Dünyada çocukların yarısı şiddete maruz kalmaktadır. Dayaklar sonucu iç kanama, sakatlanma ve hatta ölüm olayları meydana gelmektedir. Cinsel taciz ve tecavüze maruz kalanların azımsanmayacak bir kısmını çocuklar oluşturuyor. Kapitalizmle beraber dev bir sektöre dönüşen fuhuş sektörü, özellikle son yıllarda milyonlarca çocuğun alınıp satıldığı bir ticaret alanına da dönüşmüştür. Bağımlı ülke çocukları insan tacirlerinin elinde kârlı birer meta haline getirilmiştir. Sorunun vardığı boyut emperyalist kurumlar tarafından da kabul edilmektedir. Herşeyin bir meta haline getirildiği serbest piyasa ekonomisinde, çocukları meta olmaktan kurtaracak bir araç henüz bulunabilmiş değildir. Kapitalist düzen ayakta kaldığı sürece, emekçilerle beraber çocuklar da ağır faturalar ödemekten kurtulma şansına sahip olamayacaklardır. Çocukların karşı karşıya kaldığı sorunlar, emperyalist sömürünün azgınlaştığı ve dünya halklarına karşı daha saldırganlaştığı bir dönemde katlanarak büyüyecektir. Bu gerçekliğe rağmen BM gibi emperyalistlerin paravan örgütü bir kurumun çocuk haklarından bahsetmesi tam bir ikiyüzlülüktür. Fiziki olarak savunmasız olan ve sayıları milyarları bulan çocukların maruz kaldığı saldırı ve istismar, kapitalizmin çürümesinin vardığı boyutun en veciz kanıtıdır. Kapitalist sömürü düzeninin yarattığı tüm tahribatlar gibi, çocukların maruz kaldıkları zorbalık da ancak proletaryanın devrimci iktidarı altında ortadan kaldırılabilir. |
|||||