Yoldaşlarının kaleminden Tülay Korkmaz...
Her zaman direngen: Yaşamda, Tülay Korkmaz, Ölüm Orucunun 193. gününde Bayrampaşa Devlet Hastanesi'nde şehit düştü... Her zaman direngen: Yaşamda, işkencede, hapiste... Tülay Korkmaz, 11 Mayıs 2001'de Kartal Özel Tip Hapishanesi hücrelerinde ölüme yattı. Dördüncü Ölüm Orucu Ekibi'ndeki Ölüm Orucu savaşçılarından biri olarak Ya zafer, ya ölüm! kararlılığıyla sürdürülen yürüyüşte bayrağı devraldı. Tülay Korkmaz, 19 Aralık'ta Ümraniye hapishanesindeydi. İşkencelerle Kartal hücrelerine getirilip atılmıştı. Ve Tülay Korkmaz, Ölüm Orucunun 130'lu günlerinde durumunun ağırlaşması nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Yaklaşık iki aydır hastanelerde zorla müdahale işkencesi altındaydı. Tek başınaydı işkenceciler ve Mengeleler karşısında. O daha önce de tek başına karşı karşıya gelmişti işkencecilerle. Defalarca gözaltına alınmış ve hiçbirinde işkenceciler karşısında diz çökmemişti. Dışarıda, illegalitede mücadeleyi sürdürürken de zorluklarla, yokluklarla tekbaşına başetmek zorunda kaldığı çok olmuştu. Ama yine hiç pes etmemiş, birer birer aşmıştı her engeli. (...) Güçlü, direnen, yıkılmayan, ezilmeyen kadın kavga içinde yaratılıyor Tülay Korkmaz, 24 Eylül 1976'da Hatay'ın İskenderun ilçesinde doğdu. Türk milliyetinden ve Sünni bir ailedendi. Ekonomik durumu iyi sayılabilecek bir ailenin çocuğuydu. Kendi anlatımıyla her istediği yapılan, istediği alınan bir çocuk olarak yetiştirildi. Burjuva, küçük-burjuva bir çevrede büyüdü. Ama bu ilişkiler daha sonraları onu rahatsız etmeye başladı. İçinde olduğu burjuva yaşam tarzını, ilişkilerini sevmiyordu. Liseye başladığı yıllardı. Devrimci olan bir yakını ona mektuplar yazıyordu. Mektuplarda Tülay'a ülkede yaşanan adaletsizliklerden, yoksulluklardan, sosyalizmden bahsediyordu. Ama bunlar onun çevresine oldukça uzaktı. O yine de yazılanları anlamaya çalıştı. Anlatılanlarda farklı bir şey olduğunu hissediyordu. Devrimcileri tanımıyordu. Çevresinde yoktu. Mücadele dergisini alıp okumaya başladı. Bu arada mektuplar devam ediyor ve bana devrimcileri anlatıyordu. Devrimci ilişkileri, yaşam tarzını anlatıyordu. Kendi yaşam tarzımdan çok farklı bir yaşamdı bu. 95 1 Mayısında Adana'da 1 Mayıs mitingine gitti. Orada aradığı korteji buldu ve devrimci hareketle tanıştı. Mücadeleye katılmalı, anlamalı, öğrenmeliydi. O zaman gündemde olan kayıplar kampanyasında, seçimleri protesto kampanyasında pankart asma, bildiri dağıtma gibi eylemlere katıldı. Düşünceleri netleşmişti: Ben devrimcilik yapmak istiyordum. Özellikle devrimci tercihlerim bu süreçte 96 Ölüm Orucuyla netleşti diyebilirim. 1996 yılında Çukurova Üniversitesi hemşirelik bölümünü kazandı. Okula gider gitmez, hemen görev üstlendi. Adana gençlik örgütlenmesiyle ilgilenmeye başladı. Kısa süre sonra gençliğin merkezi koordinasyonunda yer aldı ve Akdeniz gençlik sorumluluğuna getirildi. Bölgede ve illerde gençlik örgütlenmesini oturtmaya, olmayan yerlerde yaratmaya çalıştı. 28 Nisan'da Antakya'da gözaltına alındı ve ifade vermedi. Hızla gelişiyordu. Hızla öğreniyor, kavrıyor, uyguluyordu. Genç insanlarımızın süratle gelişmelerinin, sorumluluk almalarının örneklerinden biriydi. Yapamam yoktu onun literatüründe. Bilmedikleri çoktu, ama cevabı yine de yapamam olmuyordu, bilmiyorum, ama öğrenir, yaparım. Cevabı buydu hep; ve yapardı da. Gerçekçi, kendini aldatmayan, bilgi ve deneyimi birleştirip sonuç alandı. Bu gelişimi i&cceil;inde, Akdeniz, Ege ve Kürdistan'daki gençlik örgütlenmesiyle ilgilenmeye başladı. Öğrendikçe kendine güveni arttı. Güçlendi. Halkını, hareketini, düşmanı tanıdı. 1998 ortalarında İstanbul'da illegal alanda istihdam edildi ve çeşitli görevler üstlendi. 1999 17 Kasım'ında gözaltına alındı. 7 gün gözaltında tutuldu. İşkencecilere ifade vermedi. Onlarla tek kelime konuşmama tavrı aldı. Direncini kırmak için şubeye babasını getirdiler. Babasıyla da tek kelime konuşmadı. İşkencecileri çaresiz bıraktı. Tutuklanarak Ümraniye hapishanesine konuldu. Hücre saldırısı gündeme geldiğinde, o her zamanki gibi, görev üstlenmeye hazırdı. Kafasında her şey netti. Şöyle diyordu gönüllülük yazısında: Zorlu bir süreçle yine karşı karşıyayız. Düşman devrimci iradeyi, düşünceyi, halkımızı teslim almak istiyor. ... Yeni bir çarpışma bizi bekliyor... Yine bedel istiyor düşman, bu sefer bedellerimiz daha ağır olacak, daha çok şehit vereceğiz. Düşman devrimci düşüncenin, iradenin asla teslim alınamayacağını bir kez daha bu direnişimizle görecek. Şehitlerimizle bu irade savaşını kazanacağız. Tülaylar, hücrelerde, hastanelerde direnerek, halkımızla birlikte kadının kurtuluş savaşını veriyorlar. Tülay, iki aydır hastanede, Sami Türk'ün şimdi yasallaştırmaya çalıştığı zorla müdahale işkencesi altındaydı. Son olarak iki Ölüm Orucu direnişçisi, Savaş Dörtyol ve Erkan Yirdem, Sami Türk'ün, Osman Durmuş'un emrindeki Mengele artıkları tarafından hafızaları yok edilerek sakat bırakıldılar. Ama bu da oligarşinin çözümü değil. İşte Tülay'lar bu zulüm altında, Ya zafer, ya ölüm iradesini sürdürüyorlar. Hücrelerde yüzlerce ölüm orucu direnişçisi, aynı iradeyle Ölüm Orucunda hala. Bu iradeyi, Sami Türk'ün yeni yasaları da kıramaz. 81 şehit: 30 kadın, 51 erkek; genç yaşlı, işçi, öğrenci, memur, kondulu, ev kadını, direnme savaşının öğretmenleri... Onurluca yaşamanın yolunu gösterdiler. Zulme, baskıya boyun eğip, sürünerek yaşamaktansa, ölmek yeğdir diyerek onurlu insan, onurlu kadın olmayı öğrettiler. (...) (DHKC açıklamasından...)
Düzen medyası ikinci Armutlu Hedef Armutlu! İleri. Bu sözler Milliyet gazetesinin Armutluya düzenlenen ikinci operasyona ilişkin haberinin başlığı. İlk operasyonda Sabah gazetesinin tutumu medyanın rolüne ilişkin çarpıcı bir örnek olmuştu. Milliyet gazetesi de Sabahtan geri kalmadığını böylelikle göstermiş oluyor. Sermaye medyasının üstlendiği en önemli rollerden biri devletin kirli ve kanlı icraatlarının yolunu düzlemek, emekçi halkın manüple edilmesiyle devletin aklanmasını sağlamaktır. Kokuşmuş sermaye medyası, bu iki örnek şahsında, bu rolünü de eksiksiz biçimde yerine getirdiğini göstermektedir. Medyanın bu rolünü nasıl yerine getirdiğine ilişkin geçmişte de sayısız örnek var. 19 Aralık katliamında medyanın aldığı tutum biliniyor. Katliamın öncesinde tutsakların direnişini karalama yönünde yürütülen sistemli propaganda yoluyla katliamın meşrulaştırılmasında hizmet gören medya, katliam sonrasında ise bu kez devletin saçtığı kanı gizleme hedefiyle hareket etti. Direnişçilere olmadık karalamalar yapıldı, hakaretler edildi. Tersindense katliama alkış tutuldu, meşrulaştırıldı. Katliamın hemen sonrasında Milliyetin attığı manşet hala akıllarda. Milliyet katliamı; Sahte oruç, kanlı iftar başlığıyla manşete taşımıştı. Böylelikle katliamcıların bir parçası olduğunu kanıtlamıştı. Hedef Armutlu! İleri diyen Milliyet gazetesi, aslında hedef göstermiyor. Sadece kendisine de gösterilen hedefe ne denli cansiperane saldırdığını ispatlamaya çalışıyor. Operasyonun ikinci aşaması için kendisine verilen görevi tamamlıyor. Çünkü operasyon bitmemiştir. Şimdi devletin her türlü direniş mevzisini ezmede ne denli kararlı olduğunu anlatma zamanıdır. Böylelikle İstanbulun bir gecekondu mahallesinde yapılan kanlı baskının etkileri hedeflenen sonuçlara götürülebilecektir. Devlete karşı direnilmez, devlet güçlüdür düşüncesini halka kabullendirmektir amaçları. Bu yüzden Armutluda yapılan baskın ve katliam ile yeni açılan karakolu ballandıra ballandıra manşetlerine ve ekranlara taşıyorlar. Burjuva medya sahibinin ihtiyaçları neyi gerektiriyorsa onu yapıyor ve sahibiyle birlikte çürüyor. Pislik ve irin saçıyor. |
|||||