İçindekiler:

15 Ekim 2025
Sayı: KB 2025/13

Gazze Planı'nın gözde taşeronu
Trump'ın planının sponsoru AKP mi?
ABD kapısında "meşruiyet" dilenmek
Erdoğan'dan "Filistin'e destek" masalı
Erdoğan soykırımcı şirketleri ayakta tutuyor
İktidarın baskı stratejisinin yeni boyutu
Erdoğan'ın uçağında Saray'ın soytarıları
Ankara Gar Katliamı'ndan bugüne.
Sincan'da işçilerden Filistin mesajları
Ağaların post kavgası!
Yataş'ta yaşananlar ve ötesi!
Öncü işçiler öğrencilere nasıl davranmalı?
Yeni süreç ve Kürt sorunu
Toplumsal dönüşüm arayışı
Liman işçileri savaş için çalışmaz
Barbarlık, direnişin iradesini kıramadı!
Soykırımın üzerine inşa edilen "barış"
Trump-Netanyahu görüşmesi
Gazze'de suç ortaklığı
Söz ile eylem arasındaki sınav
Wuppertal'da anma
Sinan, Ulucanlar ve sınıf devrimciliği...
Yeni dönem ve gençlik mücadelesi.
OHAL genelgelerinden korkmuyoruz.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Filistin halkının kanı üzerinden “meşruiyet” pazarlığı...

“Gazze Planı”nın gözde taşeronu: AKP-MHP iktidarı

 

ABD emperyalizminin karanlık merkezlerinde tasarlanan ve Donald Trump tarafından duyurulan “Gazze Planı” geçtiğimiz günlerde yürürlüğe girdi. Bir dizi açıdan kırılgan bir yapıya sahip olan plan kapsamında ilk elden İsrail ile Hamas arasında ateşkes ilan edildi. Ardından karşılıklı olarak esir takasları gerçekleştirildi.

ABD patentli plan, Birleşmiş Milletler 80. Genel Kurulu’nda yürütülen savaş diplomasisi ve kirli pazarlıkların ardından gündeme getirilmişti. Ön sürecinde ABD emperyalizminin, siyonist İsrail’in ve bölgenin gerici-işbirlikçi devletlerinin istihbarat birimleri ve bürokratik aygıtları tarafından şekillendirilen “Gazze Planı”, tüm bu güçlerin “kazan kazan” hesaplarını yansıtması bakımından önemli bir yerde duruyor.

***

Ayrıntılarından arındırılarak bakıldığında, ABD emperyalizmi ve siyonist İsrail’in “Gazze Planı” üzerinden Filistin halkına yeni bir düzeyde ve koşulsuz olarak teslimiyet dayattığı açıkça görülmektedir. Planın stratejik çerçevesini de esasen bu politika oluşturmaktadır. ABD-İsrail ikilisinin yakın vadede hedeflediği şey ise, Gazze direnişini tümüyle tasfiye ederek, Gazze’nin yönetimini emperyalist haydutların denetimindeki kukla bir aparata devretmektir. Bunun ne anlama geldiğini görmek için yıllardır Batı Şeria’da yaşananlara bakmak yeterli olacaktır. Dolayısıyla, emperyalist-siyonist güçlerin Filistin politikasında esasa ilişkin bir değişiklik yoktur. Barbarca sürdürülen soykırım savaşı da kurulan “müzakere” masaları da bu politikaya hizmet etmekte; işgalin önündeki engeller kaldırılarak en nihayetinde Filistin davasına kilit vurulmak istenmektedir.

Elbette ki soykırım saldırılarına “ara verilerek” müzakere masasının kurulmasında Filistin halkının ağır bedeller ödeyerek sürdürdüğü direnişin ve bunun dünya kamuoyunda yarattığı etkinin rolü büyüktür. Başta AB ülkeleri olmak üzere bir dizi ülkede gerçekleştirilen kitlesel Filistin eylemleri, Küresel Sumud Filosu örneğinde olduğu gibi enternasyonal dayanışmayı güçlendiren süreçler emperyalistleri ve siyonist İsrail’i basınç altına alarak “plan değişikliği” yapmaya zorlamıştır. Fakat emperyalistler, siyonist devlet ve ortakları plan değişikliğine gitse de temel yönelimlerini olduğu gibi korumaktadır. Dahası, “ateşkes” ve esir takası sürecini dahi kendilerine has bir pişkinlikle istismar etmekten geri durmamaktadırlar. Çok değil, Şubat ayında Gazze’yi “Ortadoğu’nun Rivierası” yapma hesabını dile getiren, soykırım savaşının başından beri bizzat sponsoru ve destekçisi olan Trump’ın “savaşları bitiren”, Filistin’de “akan kanı durduran” bir “barış elçisi” olarak vitrine konması bunun en ibretlik örneğidir. 

Dahası, bu propaganda ve algı yönetimine Filistin direnişini hedef alan söylem ve hedefler eşlik etmektedir. Her fırsatta Filistin’de yaşananların sorumlusu olarak direniş güçleri işaret edilmekte; direnişi silahsızlandırma ve direniş güçlerini Gazze’den sürmeye dönük emperyalist plan bu argüman üzerinden gerekçelendirilmektedir. Donald Trump’ın “Hamas sözünü tutmazsa İsrail askeri Gazze sokaklarına döner… Bir sözümle Gazze’deki savaş yeniden başlar” sözü emperyalistlere has küstahça bir tehdit olmakla birlikte, dünya kamuoyunda yaratılmak istenen algıyı da özetlemektedir. Bir kez daha Filistin’de süren savaştan direniş güçleri sorumlu tutulmakta, ABD-İsrail ikilisinin saldırganlığı bu yolla meşrulaştırılmak istenmektedir. 

Dolayısıyla, “Gazze Planı” kapsamında bir yol kazası yaşanır ve “müzakere masası” devrilirse siyonist savaş aygıtının sahaya sürüleceği, bir kez daha direniş güçlerinin bunun sorumlusu olarak ilan edileceği, böylece uluslararası kamuoyunda Filistin konusunda oluşan duyarlılığın soğutulmaya çalışılacağı açıktır.

Özetle, Batı cephesinde ve emperyalist-siyonist güçlerin ajandasında Filistin politikasına ilişkin değişen bir şey söz konusu değildir. Savaşla ya da müzakere yoluyla Filistin halkına açık bir şekilde teslimiyet dayatılmaktadır.

 

Gözde taşeron AKP-MHP iktidarı

Emperyalist-siyonist güçlerin direnişi bertaraf etme ve bu yolla Filistin halkını teslim alma hedefiyle gündeme getirdiği “Gazze Planı”, bölgedeki Amerikancı devletlerin Filistin davası karşısındaki gerçek konumlanışına da ayna tutuyor. Özellikle de gerici-faşist AKP-MHP iktidarı açısından…

Tayyip Erdoğan şahsında gerici-faşist rejim, daha en başından itibaren ABD patentli projenin en gözde ortağı ve taşeronu olarak ön plana çıkarıldı. İlkin, BM’de yapılan Gazze Zirvesi’inde Trump’ın yanında baş köşeye oturtulan Erdoğan, devam eden süreçte emperyalist planın etkin taşeronu olarak sık sık Trump’dan teşekkür ve takdir mesajları aldı. Benzer bir mizansen Mısır’daki Gazze Zirvesi’nde de sergilendi. Zirvenin ardından açıklamalar yapan ABD Başkanı, “Erdoğan çok yardım etti” diyerek, “Gazze planı” kapsamında AKP-MHP iktidarına tanımlanan rolü de özetlemiş oldu. Bu kadarı bile, gerici-faşist rejimin Filistin davası karşısındaki gerçek konumunu ve pratiğini görmek için yeterlidir.

Aşağılayıcı bir ton içerse de Trump’ın övgülerine mazhar olmayı başaran Erdoğan yönetimi hamasi nutuklar atarak, patronu Trump gibi “ateşkes”ten ve “akan kanı durdurmak”tan dem vurarak, Saray rejiminin ABD-İsrail ikilisinin hizmetinde olduğu gerçeğini örtmeye çalışıyor. Dahası, iç kamuoyu önünde Erdoğan’ı “Filistin’in gerçek dostu”, “Gazze’deki soykırımı durduran lider” safsataları üzerinden pazarlayarak, şeflerine toplumsal meşruiyet devşirmeyi hesaplıyor. Fakat bunu başarabilmeleri eskisi kadar kolay değil. Zira, başta saldırının hedefindeki Filistin halkı olmak üzere, Filistin davasına gönül veren ve yakından takip eden tüm kesimler, yürürlükte olanın emperyalist-siyonist güçlerin projesi olduğunu ve Erdoğan yönetiminin bu projenin kullanışlı bir aparatı olarak hareket ettiğini gayet iyi biliyorlar.

***

Toplumsal desteğini ve meşruiyetini yitiren gerici-faşist rejim, içeride kapitalistlerin, dışarıda ise emperyalistlerin açık desteğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor. ABD yönetiminin Trump-Erdoğan görüşmesi öncesinde “meşruiyet” sorununa işaret etmesi, Trump’un alaycı bir tavırla “Bundan bıktım, ilişkiler düzeyinde cüretkar bir adım atalım ve ihtiyacı olanı verelim” demesi ve hemen ardından hileli seçimlere işaret etmesi, ABD emperyalizminin Saray rejiminin içerisinde bulunduğu zafiyet üzerinden belli hesaplar yaptığını gösteriyor. 

Görünen o ki ABD, tepeden tırnağa çürümüş, toplumsal desteğini yitirmiş, baskı ve zorbalıkla ayakta duran Erdoğan yönetimini “deliğe süpürmektense” sonuna kadar kullanmayı tercih ediyor. Trump yönetiminden meşruiyet dilenmek üzere Beyaz Saray’a giden Tayyip Erdoğan’ın koltuğunun altına “Gazze Planı”nın tutuşturulması, dahası ABD-İsrail projesinin etkin ve gözde taşeronu olarak parlatılması bunu anlatmaktadır. Filistin’den Suriye’ye ve İran’a değin, Ortadoğu’da emperyalizme taşeronluk misyonu üzerinden Amerikancı Saray rejiminin önüne daha ne gibi dosyaların konulduğunu ise süreç gösterecektir.

Fakat kesin olan şudur ki, çoklu krizlerin pençesinde debelenen ve toplumsal meşruiyetini kaybeden Erdoğan yönetimi, batılı emperyalistlerin hizmetinde bölge halklarına karşı işlediği suçlara her geçen gün bir yenisini eklemeye davam edecektir. Dolayısıyla, ABD-İsrail ikilisinin Ortadoğu halklarına dayattığı savaş ve yıkım politikalarının karşısında durma ve Filistin halkıyla dayanışmayı güçlendirme görevi, Amerikancı Saray rejimine karşı mücadeleyi büyütme sorumluluğuyla bir arada ele alınmalıdır.