İçindekiler:

15 Ekim 2025
Sayı: KB 2025/13

Gazze Planı'nın gözde taşeronu
Trump'ın planının sponsoru AKP mi?
ABD kapısında "meşruiyet" dilenmek
Erdoğan'dan "Filistin'e destek" masalı
Erdoğan soykırımcı şirketleri ayakta tutuyor
İktidarın baskı stratejisinin yeni boyutu
Erdoğan'ın uçağında Saray'ın soytarıları
Ankara Gar Katliamı'ndan bugüne.
Sincan'da işçilerden Filistin mesajları
Ağaların post kavgası!
Yataş'ta yaşananlar ve ötesi!
Öncü işçiler öğrencilere nasıl davranmalı?
Yeni süreç ve Kürt sorunu
Toplumsal dönüşüm arayışı
Liman işçileri savaş için çalışmaz
Barbarlık, direnişin iradesini kıramadı!
Soykırımın üzerine inşa edilen "barış"
Trump-Netanyahu görüşmesi
Gazze'de suç ortaklığı
Söz ile eylem arasındaki sınav
Wuppertal'da anma
Sinan, Ulucanlar ve sınıf devrimciliği...
Yeni dönem ve gençlik mücadelesi.
OHAL genelgelerinden korkmuyoruz.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Gazze’de suç ortaklığı 

A. Vedat Ceylan

 

“Kapitalizm koşullarında demokratik sorunlar önemini yitirmez, tersine daha da önem kazanır. Zira bizzat kapitalizm bu sorunların verimli bir kaynağıdır; onları yeniden yeniden üretir. Bütün sorun, kitlelerin buradan kaynaklanan duyarlılıklarından ve istemlerinden hareketle bu enerjiyi sistemin kendisine yöneltebilmek, yani demokrasi mücadelesini toplumsal devrime bağlayabilmektir.” 

Bu çerçeve, “...bugün en yakıcı biçimde Gazze’de kendini göstermektedir. Siyonist işgal altında en temel demokratik haklar—yaşam, beslenme, sağlık, barınma—yok edilmekte, bu durum dünya halklarının öfkesini büyütmektedir. Gazze, kapitalizmin ürettiği bu sorunların, ancak devrimci bir stratejiye bağlandığında gerçek çözüme kavuşabileceğinin somut kanıtıdır.” (1)

7 Ekim’de soykırım savaşı ikinci yılını dolduracak. Gazze Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 7 Ekim 2023’ten bu yana 64.871 kişi siyonist İsrail tarafından öldürüldü, 164.610 kişi yaralandı (2). 

Bu veriler enkaz altındakileri içermiyor ve soykırımda yaşamını yitirenlerin sayısı her geçen gün artmaya devam ediyor. Kentin altyapısı yerle bir edilmiş, hastaneler işlevsiz hale getirilmiş, su ve elektrik sistemleri tahrip edilmiş durumda.

Sınır Tanımayan Doktorlar (STD), Gazze’de halkın “ölüme terk edildiğini” belirtiyor. Özellikle çocukların açlıktan ve tedavi edilemeyen hastalıklardan öldüğünü, kentte yaşayan yaşlı, hamile ve yaralıların ise tamamen çaresiz bırakıldığını vurguluyor (3). Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyonu’nun (BMİYK) raporuna göre, Gazze’de her on çocuktan biri akut yetersiz beslenme ile karşı karşıya (4).

Bu tablo, savaşın “yan ürünü” değil, tam da bunları hedefleyen soykırımcı-faşist politikanın sonucudur. BM Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu, İsrail’in Filistin halkını “tamamen ya da kısmen yok etme niyetiyle” hareket ettiğini kayda geçirmiş bulunuyor (5). Dolayısıyla Gazze’de yaşananlar, “uluslararası hukukta” adı konulmuş bir suçtur: Soykırım!

Soykırımın sorumluluğu yalnızca Netanyahu, Herzog ya da Gallant gibi siyasal figürlerde değil, bir Siyonist terör aygıtı olan İsrail rejimidir.

İsrail’in resmi ağızlarından yapılan açıklamalar, barbarlığın niyet beyanı niteliğindedir. “Gazze yanıyor” ya da “demir yumrukla vuruyoruz” sözleri, yalnızca propaganda değil, soykırım kastının açık ifadesidir. Hitler Yahudi soykırımını gizlemeye çalışmıştı. Oysa Tel Aviv’deki soykırımcı çete, yaptıklarıyla övünüyor. Soykırımı göstere göstere yapıyor ve bunun “olağan” olduğunu dünya devletlerinin çoğuna kabul ettiriyor.

Siyonist terör rejimi, emperyalizmin Ortadoğu’daki en sadık karakolu olarak Filistin halkının varlığını sistematik biçimde hedef almaktadır. Bu politikanın kökeni, 1948 Nakba’sından bugüne dek süren yerinden etme, kuşatma ve yok etme stratejisinde yatmaktadır. Gazze’de yaşanan son saldırılar, bu tarihsel çizginin devamıdır.

Emperyalist suç ortaklığı

İsrail’in bu cüreti, emperyalist merkezlerin koşulsuz desteğinden kaynaklanmaktadır. ABD Dışişleri Bakanı’nın “ateşkes için dar bir zaman penceresi” sözleri (6), gerçekte direnen Filistin halkına kayıtsız şartsız teslimiyeti dayatmakta, dolayısıyla soykırımı fiilen onaylamaktadır. Avrupa’nın “büyük” güçleri de “insan hakları” retoriğini bir kenara bırakmış, İsrail’e diplomatik ve askeri destek sunarak suça ortak olmaktadırlar. “Özgür Avrupa”, soykırım vahşetini protesto edenleri kriminalize ediyor. İnsanlığa karşı işledikleri suçlara halkları da ortak etmek için kaba şiddete baş vuruyor. 

Bu çifte standart ve ikiyüzlülük, emperyalizmin sınıfsal karakterinden kaynaklanıyor. Ukrayna için “sivil kayıplar” gerekçesiyle timsah gözyaşları dökenler, Gazze’de on binlerce çocuğun katledilmesi karşısında sessizliğe gömülmüş durumdalar, hatta soykırımcı İsrail’i halen destekliyorlar.

Siyonist barbarlığa karşı biriken öfke

İsrail içinde de Siyonist işgale karşı bazı sesler yükselmektedir. Esirlerin aileleri, Netanyahu hükümetini kendi yakınlarını siyasi hesaplara feda etmekle suçlayarak başbakanın konutu önünde protesto düzenlediler (7). Bu durum, Siyonist rejimin kendi toplumunu bile gözden çıkaracak kadar pervasızlaştığını göstermektedir.

Gazze’deki barbarlığa karşı dünya halklarının öfkesi ise giderek büyümektedir. Arap coğrafyasından Latin Amerika’ya, Avrupa’dan Asya’ya uzanan geniş bir yelpazede milyonlarca insan sokaklara çıkarak, “Soykırımı durdurun!”, “Filistin’e özgürlük!” şiarlarını yükseltmiştir.

Öte yandan Gazze’de yaşananlar, demokrasi mücadelesinin devrimci-stratejik bağlamda ele alınmasının tarihsel zorunluluğunu tüm çıplaklığıyla göstermektedir. En temel demokratik hakların (yaşam, sağlık, beslenme, barınma vb.) yok edildiği bir ortamda, salt “insani yardım” ya da “ateşkes” çağrıları yapmak yetersizdir.

Bu talepler, emperyalizme ve Siyonizme karşı birleşik bir mücadele perspektifiyle birleşmediği sürece sonuçsuz kalacaktır.

Filistin halkının en temel demokratik istemleri, işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş bulunmaktadır. Emperyalist/Siyonist güçlerin Filistin’in yanı sıra Lübnan ve Yemen’i bombalamaları, Suriye’de Alevi soykırımı ve Dürzi katliamı yapan cihatçı terör rejimine destek vermeleri, Ortadoğu halklarının kaderinin birbirine bağlı olduğuna işaret ediyor. 

Bütün dünyada, özellikle emperyalist merkezlerde ve Orta Doğu’da demokratik talepler için verilen mücadelenin devrimci-stratejik bir hatta sürdürülmesi ve Filistin halkının bağımsızlık mücadelesiyle birlikte ele alınması, yalnızca Filistin için değil, dünya işçi sınıfı ve emekçileri için de tarihsel bir zorunluluktur.